CanCan11
Forumdan Uzaklaştırıldı
- Katılım
- 16 Ocak 2010
- Mesajlar
- 1,404
- Yaş
- 35
Üzerinden seneler geçti, şimdi hatırlıyorum da, ben yavruyken şirinliklerime katıla katıla güler, beni "yavrum" diye çağırırdın... Ve birkaç dişlenen ayakkabı ve katledilen yastık dışında, kısa zamanda senin en vazgeçilmez dostun oldum. Ne zaman bir muzurluk yapsam bana parmağını sallar ve "nasıl yaparsın" diye çıkışırdın. Ne var ki hemen arkasından kızgınlığın geçerdi ve beni yere yatırır, ters çevirir ve göbeğimi okşardın.
Çok meşguldün o aralar çok... Dolayısıyla tuvalet eğitimim tahminimizden uzun sürdü... Ama ikimiz el ele verip üstesinden geldiydik alimallah. Yatağında sana sokulup da koynunda geçirdiğim geceleri unutamam. Sen farkında değildin belki ama, ben senin rüyalarını ve saklı hayallerini gizlice dinler ve bundan daha mutlu olunamayacağına kanaat getirirdim. Beraberce uzun yürüyüşlere çıkar, parklarda koşuşturur, dondurma yerdik hatırlıyor musun? [dondurma dokunur diye bana sadece külahını verirdin] Ve evde senin dönüşünü beklerken sırtımı ılık güneşe verir, huzurlu, derin bir uyku çekerdim.
Zamanla, yavaş yavaş, işinde daha fazla vakit geçirmeye başladın ve boş kalan zamanlarında da kendine bir eş aramaya koyuldun. Ben seni her zamanki gibi sabırla bekledim, sana hayal kırıklıkların ve acılarında teselli oldum, yanlış kararlarını hiçbir zaman kınamadım, her defasında seni büyük bir sevinçle karşıladım... Ve sonunda sen birine aşık oldun.
Evlendin... Ne var ki eşin köpeklerden pek hazzeden biri çıkmadı. Yine de ben onu bizim evimizde sevinçle karşıladım, ona sevgi gösterdim ve dediğinden dışarı çıkmadım. Mutluydum, çünkü sen mutluydun. Sonra, insan bebekler geldi aramıza ve yeni yavruların heyecanını sizle aynen paylaştım. Onların pespembe yumuşacık tenleri, mis gibi bebek kokuları beni heyecanlandırıp, hayran bırakıyordu... Ve ben de onlara annelik etmek istiyordum. Ne yazık ki - her nedense - hem eşin hem de sen, benim onlara zarar vereceğime kanaat getirdiniz ve beni ayrı bir odaya veya kulübeme kapattınız hep. Halbuki kendim sevgiden mahrum kaldıkça, onlara olan sevgim ne kadar daha arttı... Bilemediniz hiç.
Çocuklar büyüdükçe, onların en yakın dostu oldum. Tüylerime tutunup tombul bacaklarının üzerinde ilk adımlarını attılar, gözlerime minicik parmaklarını soktular, kulaklarımın içini karıştırdılar ve burnuma öpücükler kondurdular. Onlara, kısacası onlarla ilgili herşeye tapardım – bilhassa temaslarına - zira senin temasına hasret kalır olmuştum. Gerektiğinde onları hayatım pahasına korumaya hazırdım. Artık onların yataklarına girip, onlarla sarmaş dolaş olup, onların gizli hayal ve üzüntülerini dinler, onlarla beraber senin akşam gelişini bekler olmuştum.
"Köpeğin var mı?" sorusuna, cüzdanından resmimi çıkarıp, hakkımda şirin hikayeler anlattığın zamanlar artık geride kaldı. Son senelerde kuru bir "evet" le karşılık verip konuyu değiştirir oldun artık. "Senin köpeğin" olmaktan, "itin biri" oldum ve bana yaptığın her tür masraf sana batmaya başladı.
Sonunda da başka bir şehre tayinin çıktı. Yeni apartmanınızda sana ve onlara yer vardı, ama bana yoktu. Haliyle ailen için en doğru kararı verdin belki... Ama unutma ki bir zamanlar ailen bir tek benden ibaretti.
Son araba gezintimize çıktığımızda heyecanlıydım... Ta ki barınağa varana kadar. Barınak köpek, kedi, korku ve umutsuzluk kokuyordu. Gereken evrakları doldurduğunu ve "ona çok iyi bir ev bulacağınıza eminim" dediğini hatırlıyorum. Onlar omuz silkip sana karamsar bir bakış attılar. Onlar orta yaşlı, terkedilen bir köpek veya kedinin akibetinin farkındaydılar.
Oğlunun tasmama yapışıp kalan elini zorla açmak zorunda kaldın. "Baba, ne olur köpeğimi elimden almalarına izin verme" diye çığlık çığlığa haykırmasına sen aldırmadın belki ama, ben onun adına hem üzüldüm hem de çok endişelendim. Endişem, ona şu anda arkadaşlık, sadakat, sevgi ve sorumluluk, ve bilhassa bir cana duyulan saygı konusunda vermiş olduğun hayat dersinde yatıyordu. Başıma son bir kere dokunup bana veda ettin, özellikle göz göze gelmemeye özen gösterdin, ve sana uzatılan tasma ve kayışımı kibarca geri çevirdin. Gitmen gereken yerler, yetişmen gereken işler vardı ve zaman aleyhine çalışıyordu... Nasıl ki şimdi de benim aleyhime çalıştığı gibi.
Sen ayrıldıktan sonra, barınaktaki iki tatlı kadın, Allah bilir taşınacağını aylar öncesinden bildiğini ve bana uygun bir yuva bulmak için en ufak bir çaba sarfetmediğinden yakındılar. Sadece üzüntü içinde başlarını sallayıp "nasıl yaparsın" diye sordular arkandan.
Barınakta, zamanları izin verdiği ölçüde bizimle ilgileniyorlar. Bizi besliyorlar tabii ki... Ama ne var ki bende iştah falan kalmadı. Önceleri ne zaman biri kafesime yaklaşsa, sensindir belki diye kafesin önüne koşardım... Belki kararını değiştirdin... Belki bunların hepsi kötü bir rüyadan ibaretti – veya belki bana acıyan biri beni kurtarmaya gelmişti. Ama ne zaman anladım ki, minik ama akibetlerinden habersiz şirin yavru köpeklerle bu konuda yarışmam söz konusu bile değil, işte o zaman kaderime razı olup, köşeme çekildim ve akibetimi beklemeye koyuldum.
Önce ayak seslerini duydum onun. El ayak çekildikten sonra beni kafesimden çıkardı, ve onu uslu uslu koridorun sonundaki odaya kadar takip ettim. Sessiz, sakin bir oda. Beni yavaşca kaldırdı ve masanın üstüne kodu, başımı okşadı, kulaklarımın arkasını kaşıdı, ve tasalanmamı söyledi. Kalbim muhtemelen olacaklar karşısında heyecanla çarpıyordu, ama aynı zamanda içimi de sonsuz bir huzur kapladı. Sevgi tutsağının sayılı günleri dolmuştu demek ki. Karakterim icabı, kendimden çok onun için üzülüyordum. Üzerindeki yük çok ağırdı ve onu eziyordu, ve ben – beraberliğimiz süresince senin de her ruh halini anladığım gibi – onun da içinde bulunduğu durumun çok iyi farkındaydım.
Eli çok hafifti, ve gözünden akan yaşları görmesem, ön patime bağladığı turnikeyi nerdeyse farketmeyecektim bile. Seneler önce seni de teselli ettiğim zamanlardaki gibi, hafifçe elini yaladım. İğnenin ucunu usulca damarımdan içeri kaydırdı. Önce hafif bir sızı, arkasından damarlarımda dolaşmaya başlayan buz gibi sıvıyı hissettim. Kafam ve gözlerim ağırlaştı, ve onun merhamet dolu gözlerine bakarak son olarak "nasıl yaparsın" diye fısıldadım.
Belki de benim lisanımı iyi anladığı için, "ne kadar üzgünüm bilemezsin" diye cevap verdi.
Bana sarıldı, ve alelacele işinin beni çok daha huzurlu ve güzel bir yere göndermek olduğunu anlatmaya başladı. Öyle bir yer ki – bir daha ne ihmal edilecek, ne acı çekecek, ne de kendimi korumak zorunda kalacaktım... Öyle bir yer ki sevgi ve ışık içinde, bu sefil dünyadan çok daha farklı güzellikte bir boyut.
Son kalan nefesimle ve kuyruğumu son bir kere sallayarak ona "nasıl yaparsın" dan onu kastetmediğimi anlatmaya çalıştım.
Kastettiğim sendin, canımdan çok sevdiğim sahibim.
Seni her zaman anacağım, ve sonsuza dek bekleyeceğim, bunu bil.
Son dileğim ise, hayatındaki herkesin sana benim gösterdiğim sadakati göstermesidir.
Yazan: Jim Willis
Çok meşguldün o aralar çok... Dolayısıyla tuvalet eğitimim tahminimizden uzun sürdü... Ama ikimiz el ele verip üstesinden geldiydik alimallah. Yatağında sana sokulup da koynunda geçirdiğim geceleri unutamam. Sen farkında değildin belki ama, ben senin rüyalarını ve saklı hayallerini gizlice dinler ve bundan daha mutlu olunamayacağına kanaat getirirdim. Beraberce uzun yürüyüşlere çıkar, parklarda koşuşturur, dondurma yerdik hatırlıyor musun? [dondurma dokunur diye bana sadece külahını verirdin] Ve evde senin dönüşünü beklerken sırtımı ılık güneşe verir, huzurlu, derin bir uyku çekerdim.
Zamanla, yavaş yavaş, işinde daha fazla vakit geçirmeye başladın ve boş kalan zamanlarında da kendine bir eş aramaya koyuldun. Ben seni her zamanki gibi sabırla bekledim, sana hayal kırıklıkların ve acılarında teselli oldum, yanlış kararlarını hiçbir zaman kınamadım, her defasında seni büyük bir sevinçle karşıladım... Ve sonunda sen birine aşık oldun.
Evlendin... Ne var ki eşin köpeklerden pek hazzeden biri çıkmadı. Yine de ben onu bizim evimizde sevinçle karşıladım, ona sevgi gösterdim ve dediğinden dışarı çıkmadım. Mutluydum, çünkü sen mutluydun. Sonra, insan bebekler geldi aramıza ve yeni yavruların heyecanını sizle aynen paylaştım. Onların pespembe yumuşacık tenleri, mis gibi bebek kokuları beni heyecanlandırıp, hayran bırakıyordu... Ve ben de onlara annelik etmek istiyordum. Ne yazık ki - her nedense - hem eşin hem de sen, benim onlara zarar vereceğime kanaat getirdiniz ve beni ayrı bir odaya veya kulübeme kapattınız hep. Halbuki kendim sevgiden mahrum kaldıkça, onlara olan sevgim ne kadar daha arttı... Bilemediniz hiç.
Çocuklar büyüdükçe, onların en yakın dostu oldum. Tüylerime tutunup tombul bacaklarının üzerinde ilk adımlarını attılar, gözlerime minicik parmaklarını soktular, kulaklarımın içini karıştırdılar ve burnuma öpücükler kondurdular. Onlara, kısacası onlarla ilgili herşeye tapardım – bilhassa temaslarına - zira senin temasına hasret kalır olmuştum. Gerektiğinde onları hayatım pahasına korumaya hazırdım. Artık onların yataklarına girip, onlarla sarmaş dolaş olup, onların gizli hayal ve üzüntülerini dinler, onlarla beraber senin akşam gelişini bekler olmuştum.
"Köpeğin var mı?" sorusuna, cüzdanından resmimi çıkarıp, hakkımda şirin hikayeler anlattığın zamanlar artık geride kaldı. Son senelerde kuru bir "evet" le karşılık verip konuyu değiştirir oldun artık. "Senin köpeğin" olmaktan, "itin biri" oldum ve bana yaptığın her tür masraf sana batmaya başladı.
Sonunda da başka bir şehre tayinin çıktı. Yeni apartmanınızda sana ve onlara yer vardı, ama bana yoktu. Haliyle ailen için en doğru kararı verdin belki... Ama unutma ki bir zamanlar ailen bir tek benden ibaretti.
Son araba gezintimize çıktığımızda heyecanlıydım... Ta ki barınağa varana kadar. Barınak köpek, kedi, korku ve umutsuzluk kokuyordu. Gereken evrakları doldurduğunu ve "ona çok iyi bir ev bulacağınıza eminim" dediğini hatırlıyorum. Onlar omuz silkip sana karamsar bir bakış attılar. Onlar orta yaşlı, terkedilen bir köpek veya kedinin akibetinin farkındaydılar.
Oğlunun tasmama yapışıp kalan elini zorla açmak zorunda kaldın. "Baba, ne olur köpeğimi elimden almalarına izin verme" diye çığlık çığlığa haykırmasına sen aldırmadın belki ama, ben onun adına hem üzüldüm hem de çok endişelendim. Endişem, ona şu anda arkadaşlık, sadakat, sevgi ve sorumluluk, ve bilhassa bir cana duyulan saygı konusunda vermiş olduğun hayat dersinde yatıyordu. Başıma son bir kere dokunup bana veda ettin, özellikle göz göze gelmemeye özen gösterdin, ve sana uzatılan tasma ve kayışımı kibarca geri çevirdin. Gitmen gereken yerler, yetişmen gereken işler vardı ve zaman aleyhine çalışıyordu... Nasıl ki şimdi de benim aleyhime çalıştığı gibi.
Sen ayrıldıktan sonra, barınaktaki iki tatlı kadın, Allah bilir taşınacağını aylar öncesinden bildiğini ve bana uygun bir yuva bulmak için en ufak bir çaba sarfetmediğinden yakındılar. Sadece üzüntü içinde başlarını sallayıp "nasıl yaparsın" diye sordular arkandan.
Barınakta, zamanları izin verdiği ölçüde bizimle ilgileniyorlar. Bizi besliyorlar tabii ki... Ama ne var ki bende iştah falan kalmadı. Önceleri ne zaman biri kafesime yaklaşsa, sensindir belki diye kafesin önüne koşardım... Belki kararını değiştirdin... Belki bunların hepsi kötü bir rüyadan ibaretti – veya belki bana acıyan biri beni kurtarmaya gelmişti. Ama ne zaman anladım ki, minik ama akibetlerinden habersiz şirin yavru köpeklerle bu konuda yarışmam söz konusu bile değil, işte o zaman kaderime razı olup, köşeme çekildim ve akibetimi beklemeye koyuldum.
Önce ayak seslerini duydum onun. El ayak çekildikten sonra beni kafesimden çıkardı, ve onu uslu uslu koridorun sonundaki odaya kadar takip ettim. Sessiz, sakin bir oda. Beni yavaşca kaldırdı ve masanın üstüne kodu, başımı okşadı, kulaklarımın arkasını kaşıdı, ve tasalanmamı söyledi. Kalbim muhtemelen olacaklar karşısında heyecanla çarpıyordu, ama aynı zamanda içimi de sonsuz bir huzur kapladı. Sevgi tutsağının sayılı günleri dolmuştu demek ki. Karakterim icabı, kendimden çok onun için üzülüyordum. Üzerindeki yük çok ağırdı ve onu eziyordu, ve ben – beraberliğimiz süresince senin de her ruh halini anladığım gibi – onun da içinde bulunduğu durumun çok iyi farkındaydım.
Eli çok hafifti, ve gözünden akan yaşları görmesem, ön patime bağladığı turnikeyi nerdeyse farketmeyecektim bile. Seneler önce seni de teselli ettiğim zamanlardaki gibi, hafifçe elini yaladım. İğnenin ucunu usulca damarımdan içeri kaydırdı. Önce hafif bir sızı, arkasından damarlarımda dolaşmaya başlayan buz gibi sıvıyı hissettim. Kafam ve gözlerim ağırlaştı, ve onun merhamet dolu gözlerine bakarak son olarak "nasıl yaparsın" diye fısıldadım.
Belki de benim lisanımı iyi anladığı için, "ne kadar üzgünüm bilemezsin" diye cevap verdi.
Bana sarıldı, ve alelacele işinin beni çok daha huzurlu ve güzel bir yere göndermek olduğunu anlatmaya başladı. Öyle bir yer ki – bir daha ne ihmal edilecek, ne acı çekecek, ne de kendimi korumak zorunda kalacaktım... Öyle bir yer ki sevgi ve ışık içinde, bu sefil dünyadan çok daha farklı güzellikte bir boyut.
Son kalan nefesimle ve kuyruğumu son bir kere sallayarak ona "nasıl yaparsın" dan onu kastetmediğimi anlatmaya çalıştım.
Kastettiğim sendin, canımdan çok sevdiğim sahibim.
Seni her zaman anacağım, ve sonsuza dek bekleyeceğim, bunu bil.
Son dileğim ise, hayatındaki herkesin sana benim gösterdiğim sadakati göstermesidir.
Yazan: Jim Willis